0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

13. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

13. TUTSAK.

"Baba, yalvarıyorum artık telefonuma cevap ver. Bir tek senin telefonun aynı, bir tek sen varsın bana yardımcı olabilecek... Çok çaresizim baba, çok acı çekiyorum. Buradaki polisler bana yardımcı olmuyor, her gün emniyete gidiyorum ama biz size haber vereceğiz deyip gönderiyorlar..." telefonum, gözyaşlarım yüzünden ıslanan kulağıma yaslıyken gecenin karanlığında hıçkırıp dizlerimi kendime biraz daha çekiyorum. Dışarıda çoğalan yağmur Karina'nın odasındaki camlara öyle şiddetli vuruyor ki, burada olsa neşeli çığlıklar atacağını düşünüyorum. "Sözümde durmadığım için beni affetmeyeceğini biliyorum. İki yıldır izimi kaybedip sizden kaçtığım için çok öfkelisin ama ben sizden kaçmadım baba, Karina'yı korumak istedim..." açılmayan telefona doğru, sanki babam beni dinliyormuş gibi fısıldıyorum. "Karina'ma yardım et, o çok küçük baba. Onun yüzündeki gülümseme düşünce bile benim canım acıyorken, ona bir şeyler olursa n'aparım ben?"

🎠

Elimde bir şeyi sıkıyordum. Kendime gelmeden önce hissettiğim bu oldu. Elimin içini acıtan bir şeydi üstelik. Sonra yaşananlar beynime süzülünce elimdeki yaranın bir kâğıt kesiği olduğunu anladım. Tuttuğum da bir fotoğraftı. Karina'mın fotoğrafıydı. 

Artık kızımın fotoğrafları bile canımı acıtıyordu.

Yumuşak bir doku üstünde uzandığımı hissedip gözlerime çarpan aydınlığa yüz buruşturdum ve ardından gözlerimi açtım. Aşinalığı fark edip gözlerimi odanın içinde gezdirirken günün ilk saatlerinde olduğumuzu anladım. Bakışlarım odasında olduğum Deren'e çarpınca da göğsüme yayılan sıcaklıkla beraber ona sarıldığımı hatırladım. Odanın köşesindeki siyah koltukta oturmuş, elinde bir küçük kıyafet tutarak bana bakıyordu. Bu geceyi de uykusuz geçirdiği kan çanağı olmuş gözlerinden belliydi. Elinde tuttuğu da küçük kız kıyafetiydi, Nil'in olmalıydı. 

Gözlerimiz birleştiğinde, "Günaydın," dedi boğuk sesle.

Onun yatağında doğrulurken ayaklarım siyah, saten çarşafı hafifçe itti ve onun bu çarşafın her yerinde izi olduğunu düşünerek yutkundum. "Burada ne yapıyorum?"

"Arabaya döndükten bir süre sonra uyuyakaldın," dedi. "Ben de seni evime getirdim."

Evden ayrılmadan önce ilaç almıştım. Ardından ölen çocuğu ve Karina'nın fotoğrafını görünce demek ki kendimden geçmiştim. Başka çaresi kalmamıştı. Anladığımı göstermek için kafamı aşağıya yukarıya sallarken, "Sen hiç uyumadın mı?" diye sordum.

Bu soruyu sorduğumda her nedense bakışlarını kaçırdı. Bu da gözlerimi şüpheyle kısmamı sağladı. "Bir itlik yapıp yanına yatacaktım az kalsın ama durdurdum kendimi." Yüzünü buruşturdu. "Ama yalan yok, şöyle bir istedim yanına uzanıp yatmasını..."

Bana karşı bir şeyler hissetmesini durdurmam gerekiyordu ama... içimden gelmiyordu.

N'apacaktım ben?

Yataktan kalkıp ayaklarımı yere bastım. Ceketim üstümden çıkmıştı, yatarken çıkartmış olabilirdi. Onun oturduğu koltuğun önüne geldiğimde dirseğini koltuğun kenarına yaslamış, çenesini sıvazlayarak bana bakıyordu. Bir bacağımı, aralık duran iki bacağının arasına itip, "Biz n'apıyoruz?" diye sordum ona. Senden ziyade ben n'apıyorum böyle? Nasıl çıkacağım tüm bunların içinden? "Neden birbirimizi bu kadar sık görüyoruz? Neden birbirimizi bu kadar sık görmek istiyoruz?"

Sorularımın onda da bir karşılığı yokmuş gibi gerginlikle bana bakıp ardından gözlerini tavana doğru kaydırdı, sertçe yutkundu. "Beni bir daha görmeme konuşması mı hazırlamaya çalışıyorsun?"

Kendimi onu üzmüş gibi hissedip, "Hayır," diye fısıldadım hemen.

"İyi, öyle bir konuşmaya lüzum yok çünkü," derken koltukta dik bir oturuşa geçip göz hizasındaki karnıma baktı. "İstemiyorsan direkt söylersin."

"Sen de benimle görüşmek istemediğinde direkt söyleyebilirsin," dedim karşılık olarak. Hareket edince pantolonu bacağıma çarptı ve gözlerini indirip bacağıma bakarken omuzları kasıldı. 

"Muhtemelen hiç söylemeyeceğim," dedi, bunu derken de gözlerime bakamıyormuş gibi kafası önünde durdu.

Sarıldığımda, öpüştüğümüzde tuttuğum ensesine bakıp alt dudağımı sertçe ısırdım. Göğsümdeki boşluktan içeriye bir şey sızıyormuş gibi hissettiren duyguların içinde sersemliyordum. "Biraz uyu Deren. Çok güçlü olabilirsin ama vücudun artık dayanamıyor."

"Farkındayım, olmam mı... Fakat uyuyamıyorum, biliyorsun." 

Kendimi onu uyutma görevine adayıp, "Bir teklifim var," dediğimde başını kaldırıp kara gözleriyle şöyle bir baktı bana. "Sen uyu, ben de uyandığında sana makarna yapmış olacağım." Gururla omuzlarımı dikleştirdim. "Dünyanın en güzel makarnasını yapıyorum."

Burnunu kırıştırdı. "Kendi dünyandan bahsediyorsun herhalde."

"Sen bir mafyadan dayak istiyorsun herhalde."

Birkaç sessiz geçen saniyelerce baktık gözlerimizin içine. "Bu seni zor duruma sokabilir."

Bu saatten sonra başka herhangi bir şey bana zor gelebilirmiş gibi... "Neden zor duruma sokacakmış?"

"Makarnan o kadar güzelse sürekli yapmanı isteyebilirim."

"Sürekli makarna yersen karbonhidrattan şekerin yükselir, yağlanırsın, kaslarının eriyeceğinden bahsetmiyorum bile."

Hemşire olduğum için istemsiz şekilde bu kadar makarna yemenin sağlığına zararından bahsetmiştim ve o da önüne attığım bu kelimelerle eğlendi. "Biraz daha sigara içersem ciğerim beni rahat bırak diye inleyecek, sen bana karbonhidrattan bahsediyorsun."

Haklı olduğunu belli etmemek için çenemi yukarıya dikip cevap verdim. "Meslek deforasyon."

Yanlış duymuş gibi kulağını göstererek, "Ne ne?" dedi. 

"Meslek deforasyon?"

Dudaklarını sertçe birbirine bastırıp gözlerini yumarken yanakları seğiriyordu. "Mesleki deformasyon," diye beni düzeltirken her an gülüşü boğazından fırlayacak gibiydi.

Dişlerimi sıkıp elimi savurdum. "Her neyse," diyerek de arkamı döndüm, ayaklarımı yere vura vura odadan ayrıldım.

Basamakları inip mutfağa geçerken Utku'nun salonda oturduğunu gördüm. Eline bir sargı bezi sarıyordu. Ona yardım etmek için salona girdiğimde beni fark edip baktı. Elini gösterdim. "Yardım edebilirim."

Kendisini gülümsemeye zorladı. "Hallettim bile, eyvallah."

"Ne yaptın eline?"

Omuzlarını silkti. "Bir şey yok ya, abim tutturdu diye öylesine sardım."

Dudaklarıma gelenleri söylemeden önce neden bunları söylemeyi istediğimi düşündüm. Aslında abi kardeş ilişkilerine karışmamam gerekirdi. "Abin seni çok düşünüyor. Sen de onu düşün. Ona kızma."

Konu Nil'e geldiği için hassaslaşıp, "Bana haber bile vermedi," dedi. "Ben Nil'in amcasıyım, haberim bile olmadı. Kazayla öğrendim. Geçmişteki hatalarım yüzünden bana hiç güvenmiyor."

"Utku, öyle değil," dedim sessizce. "Aksine, eminim bu hayatta Nil'i emanet edebileceği tek kişi sensindir."

"Sana da eder."

"Hı?"

"Nil'i diyorum." Gözlerindeki hüzün dudaklarındaki gülümsemeyle bir uyumsuzluk resmi oluşturdu. "Sana da emanet eder."

Bir anda nefesim kesildi.

Her şey ortaya çıktığında Nil için korkutucu bir canavar olduğumu düşünecekti. Beni yanlarından o kadar sert itecekti ki, paçavra gibi hissedecektim.

"Daldın," dedi Utku.

Sıçrayıp şakağımı ovuşturdum ve arkamı dönerken, "Makarna yapacağım, bir yere gitme," dedim.

"Öğle vakti mi?"

Kendimi mutfağa atınca masaya yaslanıp dönen başım yüzünden gözlerimi kapattım. Kelimelere döksem her anımın nefes nefese geçtiğini söylerdim. Kaçarken, yalan söylerken, kandırırken, kızımı hatırlarken, Nil'in anne baba özlemine kayıtsız kalmaya çalışırken, ailemi anarken... Hep, bir saniye sonra boğulacakmış gibi yaşıyordum.

Arka cebimdeki fotoğrafı hatırladığımda bir elimle kalbimi tuttum. Fiziksel şekilde acıyordu canım.

Eve gidene kadar bir daha o fotoğrafla yalnız kalamazdım, yoksa dağılırdım.

Mutfak dolabından bir tencere indirirken kayıtsızca gözlerimi kırpıştırdım. Ocağı yakıp suyu kaynaması için bıraktım. Kuru gıdaların yerini bulamayınca, "Utku?" Diye seslendim içeriye. "Makarna nerede?"

Adım seslerinden biraz sonra yanımdaydı ve tezgâhın yanındaki üç bölmeli kapaklı dolabı açıp içinden makarna aldı. "Güzel yapabilir misin?"

Hakaret etseydi daha iyiydi. "Utku, alırım seni ayağımın altına."

Bu dediğime afallayıp ağzını açık unuttu. "Tamam tamam, çıkarma tırnaklarını, bir şey demedik."

Onu elimin tersiyle kovdum.

Makarna suyunun altını kısıp sosu için domates rendelemeye başladım. Deren uyunana kadar oyalanarak yapmak istiyordum. Bıçağı kullanırken dikkatsizliğim yüzünden elimi kestiğim bir noktada durup tezgâhtan geri çekildim, parmağımı yalayarak bir süre kanını durdurmaya çalıştım. Ardından buz dolabına ilerlerken de Deren'i mutfak kapısında gördüm. Altında bir siyah eşofman, üstünde beyaz tişört vardı. Ensesindeki havludan ve saçlarının ıslaklığından duştan çıktığı belli oluyordu. Duş jeli kokusuna duyumsarken yanağından inen damlayı takip edip buzdolabına yürümeye devam ettim. "Uyuyacağına söz vermiştin."

"Makarna yedikten sonra," dedi.

Tezgâhta, uğraşımla ilgilenmeye devam ederken dikkatim dağılıyordu ama üstesinden gelmeye çalıştım. Sonra bıçağı tezgâha sertçe bırakıp ona baktım. "Neden izliyorsun?"

"Hemen öyle üstüne alınma, camdan dışarıya bakıyorum ben." Ciddi ciddi arka bahçeye açılan balkon camına bakmaya başladı.

Yalan atınca tamamen önüme dönüp ona yürüdüm. Çıplak kolundan tuttuğumda ona temas olmanın hissettirdiği farklılıkları yok sayıp çekiştirmeye başladım. Deren kendisinden taviz verip benimle gelirken, balkon kapısını açtım ve onu arkasından dışarıya ittim. Balkon kapısını geri örterken, Deren onu ittiğim yerden ayrılmadan omzunun üstünden bana bakıp tek kaşını kaldırdı. Kapıyı kilitleyip, "Yakından bak o zaman," dedim.

Kayıtsızca beni süzdüğünde arkamı dönüp tezgâhta kalan işimi tamamlamaya döndüm. Kaynayan suya spagettileri atıp kısık ateşte pişirirken, sosu için diğer ocağı kullanmaya başladım. Parmağımdaki kesik ufak ufak sızlarken omzumun üstünden kapıya baktım. Deren bu kez balkon kapısına yaslanmış, kalın kaşlarının altındaki kara gözleriyle bana odaklanmıştı. Demek onu nereye koyarsam koyayım fark etmeyecek, aynı yerdeysek sürekli bana bakmak isteyecek.

Eğlenceli bir yüz ifadesiyle arkamı işaret ettiğini görünce ona daldığımı fark edip arkama döndüm ve sosun kaynadığını görünce direkt müdahale ettim.

Kendime azar çekerek pişen makarnayı alıp süzdüm, sosunun içine katmadan önce suyundan da biraz aldım. Sosuna karıştırıp spagettileri koparmadan tencere içinde çevirdim. Fesleğen kokusu burnuma ulaşınca kaşığı çeviren elim yavaşladı, hiç iştahım kalmadı.

Kızımın ölürken aç mı yoksa tok mu olduğunu düşündüğümde, beni bu gece de uykusuz bırakacak şeyi bulmuş oldum.

Ocağın altını kapatırken Utku'nun girdiğini görüp dolap kapılarını açtım. Birazdan onu duraksatan şeyin de ne olduğunu anlayıp omzumu silktiğimde, "Orada n'apıyor?" dedi.

"Ceza verdim," diyerek makarnayı indirdiğim üç ayrı tabağa koyup tabakları da masaya taşıdım.

"Ne yaptı ki?"

"Yalan söyledi."

Utku balkondan dışarıda olup hâlâ beni izleyen abisini süzdü. "Keyfim olsaydı iyi eğlenirdim."

Rüzgârın camdaki sesini duyunca başımı çevirip dışarıya baktım. Havanın serinliğini ve üstünde bir tişört olduğunu, üstelik banyo yaptığını unutmuştum. Paniğimi belli etmeden yaklaştım ve kapıyı açıp onu kolundan tutup içeriye çektim. Buz gibi olduğunu elimin içinde hissedince de kalbime dokunmuşum gibi geldi. Deren gözlerini ayırmadan beni izlerken onu sandalyesine oturtturup tabağını da ona ittim. Kabul etmek gururumu biraz zedelese de o taviz verdiği için istediğim gibi hareket ettirip sandalyeye koyabiliyordum. "Makarna hazır. Tadına bakabilirsin."

Utku, buzdolabını açarken durup abisine yaptığım muameleye baktı. "İnanamıyorum şu an..."

Deren'in yanındaki sandalyeyi çekip tabağımdaki makarnaya bakarken iştaha dair hiçbir kıpırtı hissetmedim. Çatalımı zorlukla elime alıp sulu, soslu görünen makarnaya bakarken, Deren'in de çatalını kavradığını gördüm. Utku karşıdaki sandalyeyi çekerek oturdu. Elindeki ketçabın kapağını açıp makarnasına sıktığını gördüğümde elimdeki çatal düştü ve ağzım hayretle açık kaldı. 

"İ... İnanamıyorum," diye kekeledim.

İkisi de kafasını kaldırıp bana bakınca Deren'e Utku'nun elindeki ketçabı gösterdim. "Benim gördüğümü sen de görüyor musun?"

"N'oluyor lan?" dedi Deren, Utku'ya sorarcasına.

Utku anlamayarak gözlerini kırpıştırdı. "Ne bileyim ben? Sen ne görüyorsan ben de onu görüyorum."

İtiraz edercesine bağırdım. "O ketçabı bırak, makarnaya ketçap sıktığına inanamıyorum! İğrenç! İğrenç!"

Utku bir surat ifademe bir de elimdeki ketçaba bakarken, Deren'de genzini temizleyip, "Makarna konusunda hassas," dedi kardeşine, benim hakkımda.

"Ne alaka? Ketçap sıkınca n'oluyor?" dedi Utku ve sonra çatalını makarnaya dolayıp yemeye başladığında yüz buruşturdum. Deren yüzüme bakıp ardından Utku'ya dönerken, "Bugün ketçapsız yiyiver," dedi. 

"Tadını alamıyorum öyle," dedi Utku ve önüne eğilip tabağındaki makarnayı yerken, bizimle irtibatı kesti.

Deren'e dönüp sinirle söylendim. "Sosu için o kadar uğraştım, o üstüne ketçap sıkıp mahvetti!"

Deren aşırı tepkimi gözlerini kısıp izledikten sonra Utku'ya döndü ve elini masanın ortasına indirip, "Lan, o kadar uğraştı, bir kere normal yesen n'olur sanki?" diye yükseldi.

Utku inanamayarak bir abisine bir de bana baktıktan sonra tabağını itip doğruldu ve sandalyesinden gürültüyle kalkarak, "Tamam lan tamam," dedi. "Ömrümü yediniz iki dakikada!"

Tezgâha yürüyüp kendisine yeni bir tabak aldı ve makarnayı koyup masaya döndü. Sandalyeye oturup ağzının içinde bir şeyler söylene söylene makarnayı yemeye başladığında, heyecanlanarak yüz ifadesini izledim. Bana kirpikleri altından bakıp da heyecanımı görünce spagettileri dakikalarca çatala sarmakla uğraştı ve bir türlü ağzına götürmedi. Ama sonra bir anda sandalyesinde irkilip kafasını kaldırdığı gibi Deren'e baktı. "Ne vuruyorsun abi ya!"

Deren dirseğinin birisini masaya yaslayıp tabağını gösterdi. "Bana sesini yükseltme. Şu makarnayı da ye. Bizim için uğraşıp makarna yaptı, dakikalardır bir tadına bakıp da gönlünü hoş edemedin!"

Utku ağzının içinde sessizce cıkladı. "Görmemişin ilk kez sevgilisi olmuş... Gönül de gönül, hay senin gönlünü abi ya..."

Deren hararetle masaya bakıp gördüğü tuzluğa uzandığında, onu Utku'ya fırlatacağını anlayıp elinden tuttum. Utku derhal çatalını ağzına sokup bakışlarını kaçırarak makarnayı yerken, elimi Deren'in soğuk elinin üstünde tutarak, "Nasıl olmuş?" diye sordum Utku'ya.

Makarnayı aheste aheste ağzında çevirirken yüz ifadesini izledim. Hiçbir şeyi de belli etmiyordu. Lokmasını yutup yeniden makarnadan aldığında, "Ketçapsız daha güzel değil mi?" diye sordum.

Oflayıp ardından, "Evet," diye kabul etti gönülsüzce.

Memnuniyet sesini bastırıp alt dudağımı ısırdığımda, Utku makarnayı daha hızlı yemeye başladı. En son ne zaman bir şeyler yemişti acaba? Belli ki hem Deren hem de Utku ben önlerine yemek koymadıkça bir şeyler yemeyi hatırlamayacaktı. 

Deren'e dönerek, "Sen de tadına bak artık," dedim.

"İzin verirsen bakacağım," dediğinde gözlerimi devirip, "Abartma Deren, tamam hassasım ama illaki yemeden önce izin almana gerek yok," dedim.

Kara gözleri hafif hafif ısınınca bir şeyin onu gülümsetmek üzere olduğunu anladım. Sonra da gözlerini masaya dikince sol elini tuttuğumu ve birleşen ellerimizin arasında oluşmaya başlayan ısıyı fark edip elimi hızlıca çektim. Yemek yerken de sol elini kullandığını unutmuştum. Halime iç çekip çatalına uzandı ve makarnayı yerken de gözlerini masanın üstünde tuttu. Sabırsızca yanağımı kaşıyarak yorgun yüzündeki çizgilerin değişmesini, duyguların mimiklerine yansımasını bekledim. Ufak bir kaş kaldırmadan başka bir şey yapmadığında da başımı çevirip çatalımı sertçe tabağıma geçirip makarnayı doladım.

"Masayı kırsaydın yenge," dedi Utku.

Kendi makarnamı yemek üzereyken durup ona anlamsızca baktım. "Yenge mi?"

Utku bana cevap vermeden abisine döndü. "Makarnam bitti, Karmen'in de gönlünü hoş ettiysem masadan kalkabilir miyim?"

"Uza," dedi Deren.

Utku kalkıp tabağını suyun altında tutup yıkadı ve mutfaktan çıkmak üzereyken dönüp kapının oradan bana baktı. Yüzünde bu kez aksilik değil, minnet vardı. "Teşekkür ederim, iyi ki ketçapsız yedim."

"Çok yazık, hayatın boyunca yediğin her makarnada bu tadı arayacaksın," dedim.

Deren bana dönerken Utku'da bir duraksadı. "Abartmasan mı?"

Omuzlarımı silkip sıcak makarnamı yemeye devam ettiğimde, Utku, "Afiyet olsun abi," diyerek mutfaktan ayrıldı. Deren makarnasını yemeye devam ederken onun arkasından bakıp iç çekti. Dudaklarımdaki sosu yalarken, "Hem suratına karşı hat höt bağırıyorsun hem de arkasından dertli dertli bakıyorsun," dedim ona.

Ensesini kaşırken kafasını çevirip suratıma, yüzümün aşağısına bakıp dilini ısırdı. Dudakları arasından hafifçe görünen diline bakıp sertçe yutkunduktan sonra, "Makarnayı o kadar beğendin ki, dilin yutuldu değil mi?" dedim.

Dudağı neşesizce kıvrılırken, "Dilin tutuldu," diyerek düzeltti beni.

"Aman, eksil kalma," diyerek önüme döndüm, çatalımı sinirle makarnaya batırdım. 

"Ne dilediğine dikkat et," dedi kısık sesle.

"Etmiyorum efendim, etmiyorum!"

Ne nazlı adamdı, bir güzel olmuş diyememişti.

Sessizce makarnamı bitirdim, ona kızıyordum ama ben de tadına varamıyordum. Dudaklarımda kalan sosu yalayıp tabağımla birlikte kalktım ve tabağımı suyun altında sabunla yıkayıp, bezle kuruladıktan sonra yerine koydum. O sırada bulaşık makinesi gözüme çarpınca açıp içine baktım. Doluydu ama çalıştırılmamıştı. Dizlerimi kırıp makinenin önünde eğildim ve önündeki dokunmatik tuşlarına bakıp nasıl açacağımı anlamaya çalışırken, sandalyenin fayans zeminde gıcırdadığını duydum. Tuşların yazılarını okuduğum sırada da Deren'i yanımda hissettim. Bir an yanıma baktım ve kendimi onun kasık hizasında bulunca içimde bir şeyin koptuğunu hissettim. Deren tezgâhın kenarına, elimin yanına bir kapsül koyarak, "İstersen sabun ile yıka," dedi.

Ah, doğru ya...

Kapsülü alıp makinenin kapağını açmak için gerilerken gözlerimi Deren'den uzak tuttum. Kapsülü koyup kapağı geri kapatırken tekrar dizlerimin üstündeydim ve Deren hiç kıpırdamadan duruyordu. Nihayetinde ayarını buldum ve makineyi çalıştırıp ellerimi geri çekerken, kafamda bir ağırlık hissettim. Deren'in parmakları kısa saçlarımı başımın tepesinden uçlarına kadar okşayıp, ağzını bile açmadan beni dizlerimin üstünde oturmaya mecbur bıraktı. Makinenin çalışma sesini duyarken başımı çevirip omzumun üstünden ona baktım, gözlerimi hizamdaki kasıklarından yavaşça yukarıya çıkarıp yüzüne baktığımda, elini koluma kaydırdı ve tek harekette kaldırıp yüzlerimizi hizalamış oldu. Kendimi tezgâhla onun arasında, karnımda sıcak bir ağrı ve üstümde ağırlıkla ona bakarken bulduğumda, "Bu eve bir kadın dokunmayalı uzun zaman olmuştu," dedi. "Teşekkürler." Kolumu bıraktı ama bırakılmış hissetmeme vakit olmadan elini yüzüme çıkarıp saçımı kulağımın arkasına koydu. "Makarna o kadar güzeldi ki dilim tutuldu," dedi, böylelikle bu cümlenin doğrusunu unutmayacağımı öğrenmiş oldum. Bana bu kadar yakından ne söylerse söylesin unutmazdım.

Karnımı, ona değmemek için o kadar fazla içime çektim ki nefes nefese kaldım. "Yok, senin ağzın her durumda laf yapar, dilin falan tutulmaz."

Parmaklarını kulağımın arkasından yavaşça indirerek uzaklaştırdığında kendimi serbest bıraktım. "Öyle madem, bakalım ne zaman tutulacak benim dilim."

Sertçe yutkunup başını önüne eğerek geri çekildi ve elini de tezgâhtan çekip arkasını döndü. Elimi karnıma bastırarak çıkışını izledim ve ferah, temiz sabun kokusu uzaklaşınca tezgâha dönüp dirseklerimi yasladım. Gözlerimi kapatıp sessizce inlerken elimi alnıma yasladım, tenim hâlâ buz gibiydi ama o kadar soğuktu ki, neredeyse sıcaktı.

Ellerimi yıkamak için lavabonun önüne geçtim ve mutfaktan çıktığımda ikisini de etrafta göremedim. Salona bakınca dağınıklık beni rahatsızlık etti, ayrılmadan önce içeriye girip sehpadaki dağınıklığı toparladım. Yerde hâlâ Nalan'ın geçtiğimiz gece içtiği kahve bardağı duruyordu. O bardağı alıp mutfağa götürdüm ve silik ruj izini görünce tezgâhın altındaki çöp kutusuna fırlattım. 

Odadaki ceketimi almak için yukarıya çıktım ve girerken Nil'in oda kapısının açık olduğunu gördüm. Yavaşça ilerleyip kafamı odadan içeriye uzattım ve Deren'in yatağın ucundan sarkan ayaklarını gördüm. Biraz yaklaşınca da Nil'in beyaz yatağında, kıyafetlerinin arasında Deren'in uzandığını gördüm. Yan şekilde yatmıştı, gözleri kapalıydı. Elinde Nil'in sarı bir küçük tişörtü vardı. O kadar iriydi ki, yatak ufacık kalmıştı. Kaşlarının çatıklığıyla huzursuzlanıp yatağa gittim ve örtüyü üstüne doğru örtüp ellerimi geri çekmeden omzunda tuttum.

"Ben gidiyorum," dedim sessizlikte.

Dudaklarının ayrıldığını gördüm ve bana diyeceği şeyi merakla bekledim. "Kendine dikkat et."

Artık bununla ilgili korkuları oluşmuştu. Sevdiği veya çevresinde olan insanların kaybolmasıyla ilgili. Bu korkuyu ben sağlamıştım.

"Ederim, çocuk değilim ya," dedim tişörtünün kumaşını bırakıp gerilerken.

"Meslek deforasyon işte," dedi.

"Mesleki deformasyon," dedim ona. "Bilmiyorsan öğren."

Kıvrılan dudağımı ısırıp örtüyü tuttum ve yastığı kafasının altından çekip suratına attıktan sonra odadan çıktım. Deren'in odasından da ceketimi alıp sessizce aşağıya indim, evden çıkıp arabama atladım. Yalnız kaldığımda arka cebimdeki fotoğrafı çıkarttım ve kızımla baş başa kaldığım an fotoğraftaki yüzüne öpücükler koyup yaralı, incinmiş yüzünü okşadım. "Her şey senin için Karina'm. Her şey ruhunun huzura kavuşması için." 

Gözlerindeki acıyı okurken kafamı koltuğun arkasına yaslayıp dakikalar boyunca arabayı çalıştıramadan onu izledim. Buna hiçbir zaman alışamayacaktım, bu hiçbir zaman hafiflemeyecekti. Hemen bir dakika önce tenim yaralanmış gibi, daima açık bir yarayla sızlayacaktı canım. Onun fotoğrafına sarılıp kollarımı etrafıma doladım ve beni yaşamda tutan tek şeyi, kızımı kalbimde tuttum. "Kalbim Karina'm."

Arabayı olduğum yerden uzaklaştırıp eve doğru sürdüm. Mesafe uzun olduğu için gitmek zaman alıyordu, bundan sıkılmaya başlamıştım ama en güvenli olan buydu. Deren kendisi evime geldiğini söylemişti, bu kadar yakınımda olması çok riski olurdu. Hem Nil orada daha esnekti, etrafta pek kimse olmadığı için yakalanma riskimiz azdı.

Şile'ye yaklaşıp evin önüne geldim ve arabadan indiğimde veranda basamaklarını çıktım. Yanımdaki anahtarla kapıyı açıp içeriye girdiğimde ağlama sesi duydum ve onun Nil olduğunu anlayıp koltuğa baktım. Dizlerini kendine çekmiş, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu ve Gece eğilmiş onun ağlamasını durdurmak için ılımlı bir sesle konuşuyordu.

Yanlarına ilerlerken Gece bana doğru bakıp endişeyle dudağını ısırdı. "Seni merak ettim," dediğinde Nil'de bir elini yüzünden çekip bana baktı ama ağlamasını sonlandırmadı veya hep yaptığı gibi gelip bana sarılmadı. Yanına oturup kızarmış yüzüne panikle bakıyorken, "N'oldu tırtılım?" diye sordum.

Gözlerini kısınca göz kenarları hafifçe kırıştı. Gözlerini bu şekilde kısmasıyla tamamen babasına benzemişti. Kızardıkça pembeleşmiş dudağını büzerek, "Anneme gitmek istiyoyum artık," dedi. "Annemi çok özledim! Babamı da özledim! Yüz gün oldu, hâlâ gelmediler!" Hıçkırıp elini tekrar yüzüne kapattı. "Beni bıyaktılar, istemiyorlar beni..."

Bugünün eninde sonunda geleceğini biliyordum. Günler geçtikçe hiçbir yalan onu inandıramayacaktı. "İstiyorlar, çok istiyorlar Nil," dedim.

Bir anda ellerini kaldırıp bağırdı. "Neden almıyorlar o zaman! Gelecek gelecek diyorsun gelmiyoylar!"

Çaresizliğim boğazımı sarınca sözcükleri zorlukla çıkardım. "Ama hani bizi de seviyordun sen?"

"Seviyoyum ama annemle babamı daha çok seviyorum." Gözyaşlarını koluna silerken sesi kısıldı. "Amcamı da özledim, çikolata alacağım dedi ama almadı."

Gece onun terleyen alnını bir selpakla silerken, "Sana çikolata verdim, yemedin," dedi.

"Amcamdan istiyoyum Gece!"

Yüzünden akan yaşları parmak uçlarımla silerken, çaresizliğimin vicdanımla kesiştiği çıkmazı her hücremde hissedip, "Çok özür dilerim," diye fısıldadım faydasızca.

"Kaymen, bir daha yaramazlık yapmayacağım!" Dedi ellerini çenesinin altında birleştirip bana istekli istekli bakarken. "Babama söyle, Nil bir daha yaramazlık yapmayacakmış de."

Bebeğim benim, yaramazlık yaptığı için ailesinin onu istemediğini düşünüyordu.

"Tabi, söylerim," dedim onu geri çeviremeyip.

Ağlarken duraksayıp gözlerini büyüttü. "O zaman gelip beni alıy değil mi?"

Onu kucağıma almak için ellerimi beline koyduğumda biraz nazlanıp isteksizce geldi kucağıma. Onu ilk kez bu kadar ağlarken görmenin dehşetinden kurtulamıyordum. "Baban yaramazlık yapsan bile seni alır ki Nil."

"Beni sevmiyor artık," derken nefesi tıkandı ve burnu aktı. Gece'nin uzattığı selpağı alıp burnunu silerken, "Seni seviyor," dedim. "Hatta bu dünyada en çok seni seviyor."

Burnunu yumuşakça silmeme rağmen biraz daha kızardı. "Küseceğim babama, daha da konuşmayacağım," dedi.

"Hayır," dedim hemen, panikle. Nil, onu almadığı, bulamadığı için babasına küserse Deren'in korktuğu her şey gerçekleşirdi. "Babana asla küsme. Söz ver bana, babanı gördüğünde sarılacaksın tamam mı?"

Hıçkırırken dudağı nazlı şekilde titriyordu. "Nil," diyerek yanağından hafifçe öptüm. "Bana küstün mü?"

Cevap vermeyip benden uzağa bakmaya devam edince, onu yavaşça göğsüme bastırıp ısınmış saçlarından öptüm. Kafa derisi bile terlemişti. Selpakla alnını, kafasını ensesini silip, "Yemek yedin mi?" diye sordum.

Yine cevap vermeyince bana gerçekten küstüğünü anladım. Küçük bir kızın bile kalbini kazanamıyordum, artık bana olan sempatisini kaybediyordu. Anne ve babasını özledikçe benden nefret edecekti.

Dakikalar sonra, yüzünde kuruyan gözyaşlarıyla göğsümde uyuyakaldığında, öğle uykusunu alması gerektiğini hatırladım. Bu saatlerde uykusu geliyordu. Bazen yerde bile uyuyakaldığını görüyordum.

Kucağımdaki sıcaklık ona Nalan'ı anımsatıyor olabilirdi, bu yüzden de göğsümde uyuduğunu düşünmüştüm. Onu koltuğa bırakıp kenarına düşmemesi için yastık koydum, üstüne de koltuğun takım örtüsünü örtüp kalktım. Gece'de hemen doğrulup benimle üst kata gelirken, "Seni meraktan öldüm," dedi. "Sürekli uzun saatler ortadan kayboluyorsun, başına bir şey gelecek diye aklım çıkıyor."

Kaldığım odaya girdim ve yatağın ucuna oturup ceketimin cebinden kızımın fotoğrafını çıkardım. Karina'nın gözlerindeki acıyı görmesi için fotoğrafı ona da uzattığımda, daha önce Karina'nın fotoğraflarını gördüğü için onu tanıyıp, "Bu nereden çıktı?" dedi. Fotoğrafa bakarken şoke oldu. "Bu... bu fotoğrafta..."

"Çok acı çekmiş görünüyor değil mi?" diyerek tamamladım onun ağzına alamadığı kelimelerle. "Gözleri korku dolu, çaresiz, bekleyiş içinde... Küçücük elleriyle kollarına sarılmış, kendini korunmak istemiş... Çünkü ben yetişemedim, onu koruyamadım."

Gece duygularını içinde tutmaya çalışarak gözlerini fotoğraftan çekti. "Nerede buldun?"

"Önemi yok ki," dedim gözlerim yaşarırken. "O gözlere baktıktan sonra... Karina'mı böyle gördükten sonra neyin önemi olabilir benim için?"

Hiçbir sözcüğün yeterli olmayacağını bildiği için beni teselli etmeye kalkışmadan, "Bir iz bulabildin mi?" diye sordu.

Karina'mı ameliyat eden kadını bulup öldürdüm ve her dakikasından zevk aldım.

Bunu ona söyleyemezdim, bir suç öğrenmekle kalmayıp suça ortaklık etmiş olurdu. Onu korumaya devam etmek için, "Deren Feda'yı arıyor," dedim.

"Tüm vaktini onunla geçiriyorsun, hiç korkmuyor musun?"

"Neyden?"

"Anlamasından."

"Korkmuyorum," dedim. "En fazla n'olur ki? Öldürür beni. Bunu ben de yaptım kendime."

Bu düşünceye dayanamıyor gibi kafasını iki yana savurdu. "Korkuyorum hepsinin bir olup senin canını yakmasından."

Kızımın fotoğraflarındaki gözlerine çekilince acının o derin, gerçek anlamına kavuştum ve ıstırabım o kadar yer kapladı ki, karşımdaki boy aynasına yansıyan bedenim bile küçüldü sanki. "Karina'mı çok özledim Gece, o kadar özledim ki ona kavuşmanın bir yolu olmamasına tahammül edemiyorum... Bu güzel yüzünde ölümü gördüğüme inanamıyorum, onu nasıl kaybettiğim aklıma geldikçe tekrar dehşete düşüyorum."

"Karmen, yapma," diyerek elimdeki fotoğrafı çekip aldı. "Bakma bu fotoğrafa, sana zarar veriyor."

"Aksine, Nil'in gözyaşlarına dayanabilmek, yaptıklarımdan geri adım atmamak için bu fotoğrafa bakmalıyım," dedim.

Başımı yana eğdim ve ondan sonra bir daha ne zaman kafamı kaldırıp etrafıma baktığımı bilmiyordum. Kalbim Karina'mı izleyerek, kollarımda ölen küçük çocuğu düşünerek saatleri geçirmiş gibi hissettim. Her saniye katılaştım, üşüdüm. Ve üşüdüğüm son seferde ne yaptığımı hatırladım. Deren'i hatırlayınca da onun bu fotoğrafa şefkatle, merhametle bakışını düşündüm. O kadar dolu ve insani bakıyordu ki, unuttuğum duyguları anımsatıyordu.

Vücuduma dışarıdan bir müdahale aldığımda kaybolduğum bilinçsizlikten çıktım ve uzandığım yerde irkilip yana baktım. Nil meraklı şekilde bana bakıyordu. Uykudan ne zaman uyanmıştı? Saat kaç olmuştu? Camdan dışarıya bakınca güneşin, bir sis bulutunun arkasında battığını gördüm. "Bak Kaymen, oyun oynuyorum," deyince dikkatim tekrardan Nil'e yöneldi. 

Telefondan bir oyun gösteriyordu, telefonumda hiç oyun yoktu. Belki Gece onun için yüklemiş olabilirdi. "Uyanmışsın güzelim," diyerek yanağını okşadığımda kafa sallayıp, "Bak, kediyi yıkıyorum," dedi. Ekranda küvet içinde yıkanan bir kedi vardı. "Köpük oldu her yey!"

"Aç mısın?" diye sordum.

"Yok yok, Gece çorba içirdi." Telefon ekranını bir daha bana çevirip yıkadığı kediyi gösterince telefonu elinden alma kararımı erteledim. En azından bir süre eğlenebilirdi. Poposunu sallaya sallaya camın kenarına yürüdü ve arkası bana dönük oturup oyun oynamaya devam etti.

Birkaç dakika geçmişti ki, "Babacığım n'apıyoysun?" diyen Nil'i duyup uyuşukluğumdan sıyrıldım ve gözlerim kapalıyken kaş çattım. "Ben de seni çok özledim babacığım!"

Gözlerim bir anda kocaman olarak açıldı ve tavanı gördükten bir saniye sonra yataktan fırlayarak kalktım. Kendimi Nil'in yanında bulduğum an telefonu kulağında tuttuğunu gördüm ve derhal çekip aldım. Korkudan telefon ekranına bakamadan hapörlerini kapattım ve Nil'e, "Sen kiminle konuşuyorsun?" diye sordum.

Kızmış gibi kaş çatıp, "Babamla konuşuyordum ya Kaymen!" Dedi küskün şekilde.

"O seninle konuştu mu?" diye sordum dehşetle.

"Aldın telefonu," diye küserek kendine sarıldığında dizlerim üstünde korkuyla geriledim ve tiz nefesler alıp telefona bakmaya çalıştım. Korka korka gözlerimi ekrana indirince oyunun hâlâ açık olduğunu görüp tuttuğum nefesi bıraktım. Gözlerim rahatlamayla kapanırken, Nil küskün konuşmaya başladı.

"Siyiye babamı sordum, babamı ayadım, niye aldın?"

Nil tekrar telefona uzanınca kendimle beraber telefonu da geri çektim ve hararetle, "Olmaz," dedim. "Oynamıyorsun telefonla, konuşmuyorsun da."

Ona ilk kez bu şekilde karşı koyduğum için ürktüğünü fark ettim. Elini indirip kafasını önüne eğdi ve parmaklarıyla oynamaya başlarken çenesi hafifçe seğirdi. Dudaklarımı sertçe ısırıp sözlerimi geri alamayacağımın çaresizliğiyle, "Özür dilerim," dedim Nil'e. "Uykudan uyanınca biraz asabi oluyorum. Küstün mü yine bana? Küstüysen de çok haklısın."

Omuzlarını kaldırıp indirirken, "Seni babama söyleyeceğim," dedi, nazlı nazlı.

Harika...

Halime acı şekilde gülümseyip, "Baban da bana kızar artık," dedim.

Omuzlarını yeniden silkip camdan dışarıya doğru baktı. "Ağlattı beni diyeceğim."

Uzanıp parmağımı koltuk altına koydum ve onu gıdıklamaya başladığımda bir çığlık atıp bana baktı. Bu kez iki elimle birden onu gıdıklamaya başlarken, "Demek beni babaya şikâyet edeceksin?" dedim. "Ben de benimle uyuduğunu söylerim, baban da sana küser?"

Gözleri kocaman olurken benden kaçarak gülmeye başladı. "Kaymen, söyleme üzülür babam." Gülmesini saklamaya çalışırken ki şirinliği gözlerimin önünde bir süre asılı kalacak gibiydi. "Telefonu veysene, kedim köpüklü kaldı."

Onu biraz daha gıdıkladığımda çığlık atıp kaçtı. Yatağa kadar girip yorganın altına girince, heyecandan nefessiz kalmaması için yorganı üstünden çektim. Dişleri ayrık dudaklarının arkasında tatlı şekilde görünüyordu. Telefonu uzatırken, Hâlâ babanı görmek istiyor musun?" diye sordum.

Heyecanlı gözler telefona ilgisini kaybedip anında benimle buluştu. "Çooook istiyoyum!"

"Göreceksin ama bir ricam var," dediğimde sevinçli bir çığlık atıp kucağıma çıktı. O kadar hevesli bir sarılıştı ki, beni neredeyse arkaya düşürecekti. "Uzaktan göreceksin, babana yaklaşmayacaksın. Ona uzaktan öpücük atıp eve geri döneceğiz."

Bunu istememe bir anlam veremiyordu, şaşırıyordu. "Niye ki?" dediğinde, gerekçelerimi açıklamayacağım için yalan söyledim. "Çünkü oyun oynamaya devam ediyoruz."

Kararsız kalmış ve düşünüyormuş gibi yere doğru baktı. "Tamam ama öpücük atacağım?"

Nil'i buna ikna etmiş olsam da uzaktan Deren'i gördüğünde ona seslenmeyeceğine inanamazdım. O çocuktu, duygularına göre hareket edecekti. "Söz veriyor musun bana?"

Gözlerini yumup açtı. "Söz aşkım."

Kalbini gördüğüm bakışlarını izleyip yataktan kalktım ve eşyalarımız arasından Nil'e bir ceket aldım. Onu giydirirken neşeyle zıplamaya başlamıştı. Nil'i giydirdikten sonra kendi kırmızı ceketimi de giyindim ve onu kucağıma alıp aşağıya indim. Evin kapısı hafifçe açıktı, Gece'de kapıya yaslanmış, veranda da sigara içen Yaman'ı izliyordu. Yaklaştığımda Gece bizi, ikimizin de giyindiğini görünce, "Yine nasıl bir çılgınlık yaşayacağız acaba?" dedi.

"Biraz çıkıyoruz," dedim, Nil kollarını bana sarıp Gece'ye dilini çıkarırken. Ona çilekli süt içirdiğinden beri Gece ile anlaşamıyorlardı. "Bizi merak etme."

Dışarıya çıkıp verandadan inerken, "Ben götürebilirim ama Gece'nin tek kalmasını istemiyorum," dedi Yaman, sakin, tek düze bir sesle.

Gece ona doğru bakıyorken, ben de ikisine birden bakıp, "Siz birbiriniz öldürmeyin yeter, ben başımın çaresine bakarım," dedim.

Önüne dönüp ilerleyecekken Nil'in Yaman'a doğru utangaç bir şekilde bakıp gözlerini kırpıştırmakta olduğunu gördüm. Yanaklarını renkli gösteren bir pembelik vardı. Yaman'da onun bakışını fark edip Nil'e öpücük atınca, Nil derhal kafasını omzuma gömüp yüzünü gizledi. Onun bu tatlılığına neredeyse gülümseyecekken, Gece'nin hayretle Yaman ile Nil'i izlediğini gördüm. Sonrasında inanamıyor gibi iç geçirerek Nil'e dil çıkardı.

Yazlıktan uzaklaşırken Nil'in kafasına taktığım şapkayı biraz daha aşağıya indirdim ve yüzünü gizledim. Kendimin değil, Gece'nin arabasına binip Şile'den ayrılırken Nil'i arka koltuğa oturttum. Şapkayı hiç çıkarmamasını, camlara yaklaşmamasını, dışarıya bakmamasını defalarca tekrarladım. 

Deren'in evine yaklaşıp sokağa girmeden arabamı durdurduğumda, Nil kafasını kaldırıp heyecanla ileriye baktı. "Babamın evi!"

"Nil, sessiz olacağına söz vermiştin," diyerek ön camdan dışarıyı, evi izlemeye başladım. Nil oflayıp sabırsızca yerinde kıpırdamaya başlarken, "Niye inmiyoruz ki?" diye sorgulamaya devam etti.

Onu bırakıp gideli birkaç saatten fazla olmuştu. Evde olduğundan emin değildim, Nil yanımdayken de onu aramak istemiyordum. Bir süre oturup Nil bana sabırsızca sorular yöneltirken evi izledim ve biraz sonra hareketlilik görünce kafamı eğdim. İçerisi, film camlar yüzünden görünmeyecek olsa da endişelenip Nil'i kontrol ettim. Deren elindeki sigarayı yakarak kadrajımıza girdiğinde Nil'in neşeyle attığı çığlığı duyup gözlerimi büyüttüm. Ellerini ileriye uzatarak, "Kaymen, babam!" Dedi bana da göstermek istiyormuş gibi. "Göydün mü? Bak, orada."

Ona kısık sesle konuşmasını söylemek istiyordum ama o kadar mutlu olmuştu ki, bunu bölmek içimden gelmedi. Hem yakın değildik, sesi duyulmazdı. Nil'i tanıdığımdan beri ilk kez böyle mutlu görüyordum, gözlerinin içleri parıl parıl bakıyordu. Gülümserken dişlerinin hepsi birden görünüyordu, sanki oturduğu bu yerden bile Deren'e uzanmış sarılıyordu. "Babamı çok özlemişim Kaymen!"

Onun hayranlıkla izlediği adama dönüp kafamı arkaya yaslarken, Nil'in onda bulduğu şeyi, o asabi yüzünün arkasında gördüm. Nil onda sıcaklığı, şefkati, korunaklığı bulmuştu. Üzerinde banyodan çıktıktan sonra giydiği kıyafetler duruyordu, henüz dışarıya çıkmamıştı. Acaba ne kadar uyumuştu? "Babam n'apıyoy?" diye sorduğunda onun sigara içişini ilk kez gördüğü için garipsediğini anlayıp Nil'i, "Onu gördün, şimdi barıştık mı?" diye sorarak konudan uzaklaştırdım.

Gözlerini babasından ayıramadan iç çekti. "Keşke sarılsam babama," dedi.

Yapamam, diye geçirdim içimden ve cebimdeki telefonumun titrediğini fark edince çıkarıp baktım. Aramayı Deren'in yaptığını görünce de gözlerimi direkt bahçeye çevirdim, telefonu kulağındaydı. Ne olmuştu da beni arıyordu? Nil'in yanında buna cevap veremezdim. Çıkardığı ufacık bir sesten bile onun olduğunu anlardı. Arama dizimde titreyip saniyeler boyunca devam ederken, "Nil, artık gitmeliyiz," dedim. Sonra sessizce devam ettim. "Çok fazla risk aldım, bunu yapmamalıydım."

"Kaymen!" Dedi panikle. "Bekle bekle, biraz daha izleyeyim babamı."

Arama sonlandığında çağrı cevapsıza düştü. Önemli bir şey mi söyleyecekti, yoksa sesimi duymak mı istemişti? Sesimi duymayı isteyeceğini nereden çıkarıyordum? Bana öyle bakışından mı?

Sersemliyordum, hata yapacaktım. Kafamı iki yana sallayıp arabayı çalıştırdığımda, gözlerimi bilhassa Nil'den uzak tuttum ki ona bakmayayım, bakıp da etkilenmeyeyim. Arabayı sessizce uzaklaştırırken, Nil yaptığımı fark edip, "Ya n'apıyoysun?" diye sesini yükseltti, kızgınca. "Niye böyle yapıyorsun Kaymen! Babama sarılmama izin vermiyorsun!"

"Ama Nil..." araba sokaktan çıkarken Deren'in başını kaldırıp sesi takip ettiğini gördüm. Bir an gerçekten korkunun o tadına vardım, dilimin boğazıma dolandığını hissettim. Doğrudan bana bakıyormuş gibi geldi ama arabanın camları yüzünden içeriyi seçemeyeceğini biliyordum. Şüphelenip arabanın plakasını almak aklına gelmeden sokaktan çıktım ve gaza basıp süratle uzaklaştım. "... bana söz vermiştin, görüp geleceğiz demiştik."

"Bana ne! Bana ne!" Çemkirip bağırmaya başlayınca her şeyin daha da zorlaştığını hissedip kontrolü kaybetmemek için, "Lütfen," dedim. "Beni üzüyorsun."

"Sen de beni üzüyoysun," diyerek koltukta geriye yaslanıp kollarını birbirine sardı, yüzünü de öyle bir önüne eğdi ki içim sıkıştı. Aynı anda hem Nil'in sevgisine hem de Karina'nın katilini bulma hayalime sahip olamayacaktım.

🎠

Beni neyin uyutmadığını biliyorum ama beni neyin uyutacağını bilmiyorum.

Nil yanımda mışıl mışıl uyurken elimdeki fotoğrafa bakarak yatağımın ortasında oturuyordum. Gece dışarıya çıkılmayacak kadar karanlıktı, saatin üçü bulduğunu biraz önce görmüştüm. Gözlerimin arkaları uykusuzluktan acıyordu ama göz kapaklarım aşağıya indiği an gözlerimin önünde Karina'mın fotoğrafı beliriyordu ve ben farkında bile olmadan gözlerim tekrar açılıyordu. 

Ayrıyeten geceleri uyku felci geçirdiğim oluyordu, uyandığımı, konuştuğumu hissediyor ama hareket edemiyor, konuştuklarımı duymuyordum. Gözlerim açılmış vaziyette tavana bakıp acı çekiyordum. Bazı geceler de sırf bunu yaşamamak için uyumuyordum.

Kızımın aklımdan çıkmayan gözlerine fotoğraftan bakmaya devam ederken, içimdeki sonsuz boşlukta yankılanan çığlıkları hissettim. Karina'nın attığını düşündüğüm çığlıklar o kadar yüksekti ki, vicdan azabımın sesini bastırıyordu. Aslında her şeyin sona ermesi nabzımın kesilmesine bakardı. Sonra herkes huzura kavuşurdu. Ama düşünüyorum, o zaman Karina'nın yaşadıklarının bir karşılığı olmayacak.

Yanağıma aktığını hissettiğim gözyaşını silerken komodine baktım. Telefonumu alıp Deren'in son aramasına bakarken hâlâ bana ne diyeceğini düşünüyordum. Acil bir şey olsaydı beni ikinci, üçüncü kez de arardı, bu yüzden acil olmadığından emin olmuştum ama buna rağmen merak ediyordum. Kahretsin, onun beni neden aradığını düşünmeyi, yanındayken bana bakıyor mu diye düşünmeyi, beni nasıl öptüğünü düşünmeyi bırakmam gerekiyordu.

Parmağım tuşa dokunurken tereddüt etti ama sonra aramanın gerçekleştiğini görüp telefonu iki elimle birden tutmaya başladım. Dudağımın köşesini ısırınca ağzıma tuzlu bir tat geldi, gözyaşlarımı elimin tersiyle silerken de telefondan, "Alo," diyen sesi duydum.

Cevap verenin Deren olmadığını anlamam bir saniye bile sürmedi. Kaşlarımı kaldırıp, "Deren'i aramıştım?" dedim, sorgulayarak.

"Karmen değil mi?" diye sordu adam ve sesinin aşinalığını öyle fark ettim.

Kim olduğunu bilmediğim için kendim hakkında bilgi vermek istemedim. Bunun üzerine adam, "Deren'e uzun bir süre ulaşamayabilirsin," dedi.

Dudaklarım ağırca hareket etmeye başladı. "Deren'e bir şey mi yaptınız?"

"Kendisi bana bir şey yapmak istedi," dediğinde adamın sesine nereden aşina olduğumu hatırladım. Bu milletvekiliydi, söylediği cümle de bunun ispatıydı. Deren'in kendisini vurmayı denediğini öğrenmişti. "Ve sen de bunu biliyorsun."

Nereden öğrenmişti? Bunu yalnızca Deren ile ben biliyorduk. Oturduğum yataktan kalkıp tedirginlikle odada dolaşmaya başlarken, "Deren yapmadı," diye yalan söyledim. "Ben yaptım."

"Doğru, öyle bir hadise de varmış," diyerek ağzımı açık bıraktı. "Ama neden onu aradığını anlamadım, ortada bir şeyler döndüğü kesin."

"Deren'e zarar vermeyin," dedim ona ne yapmış olabileceğini düşünürken. O milletvekiliydi, sayısız başka koruması olmalıydı. Deren hepsiyle başa çıkabilir miydi? "Size söylüyorum, ben yaptım işte!"

"Demek sen yaptın?" derken sesi aynı sakinlikteydi. "Öyleyse Deren yerine gelip sen teslim olabilirsin. Ben de korumamı serbest bırakırım."

Hayatım, artık üzerine hiç düşünülmeden harcanacak kadar değersiz olduğu için, "Geleceğim," dedim. "Deren nerede? Şu an onunla mısınız? Kendinde mi şu an?"

"Ben milletvekiliyim, yasa dışı işler yapmam," dedi adam, söylediğime tavır almış gibi. "En güvendiğim korumamın sadakatsizliğini henüz aşabilmiş değilim, ben de asıl suçlunun kendisi olmamasını isterdim."

"Deren size böyle bir şey yapmaz, benim suçum," diye yineledim Nil'in uyanmaması için kısıkça. "Bana Deren'in yerine söyleyin, size neyi neden yaptığımı anlatacağım."

"Sen benim olduğum yere elini kolunu sallayarak giremezsin. Bana bir adres ver. Korumam seni aldıracak."

Deren'i nereye götürmüştü? Giremeyeceğim bir yerse devlete ait bir yere mi götürmüştü onu? Ee herhalde, benim gibi bir mafya edasıyla yapması gerekeni kaçak şekilde yapmayacaktı. Milletvekiline merkezi bir adres söyledim ve arama kapanınca aşağıya indim. Gece'yi uyanık görünce irkildim, kafasını elleri arasına almış, ileri geri sallanıyordu. Yaklaşırken, "Gece?" diye seslendim.

Sıçrayıp bana doğru dönerken, "Karmen," dedi ve silkelenip kafasını iki yana salladı. "Uyumuyor muydun sen?"

"Hayır," diyerek camlardan dışarıya baktım. "Yaman nerede?"

"Gönderdim," diyerek gözünü ovaladı. "Yaptığından sonra ona güvenemiyorum. Uyuyup kalırsak ve tekrar Nil'i alıp giderse?"

Korkularının sebebi belki de verdiğim tepkiydi. Ona çok yüklenmiştim, bu yüzden bana karşı bir daha suçluluk duymak istemiyordu. "Doğru diyorsun," dedim. "Ama ben onunla konuştum, bir daha yapmaya cesaret edemez. Rahat ol."

Emin olamayarak dudaklarını kemirdi. "Olamıyorum, Nil'i bir daha kaybetmemizi istemiyorum."

"Kaybetmeyeceğiz," dedim. "İstersen Nil'in yanına çıkıp uyu, onunla uyumayı seviyorsun."

Bu anlaşıldığı için biraz gülüp, "Sen uyumayacak mısın?" diye sordu.

"Bir yere gitmem gerekiyor," dedim.

Gerilip, "Yine nereye?" dedi beklediğim gibi. "Sürekli bir yerlere gidiyorsun, söylemiyorsun da nereye gittiğini. Allah korusun sana bir şey olsa nereye gideceğimi, seni nerede bulacağımı bile bilmiyorum."

"Gece, alış artık, bir tehlikeli bir oyun oynuyoruz," dedim aceleyle. Vakit kaybetmek istemiyordum. "Yapmam gereken şeyler olduğunda gidiyorum işte, her seferinde sorma, endişelenme."

Kollarını göğsünde bağladı. "Çok kolaymış gibi! Ben senin pek umurunda olmayabilirim ama sen benim umurumdasın kızım."

Keşke onu sevdiğimi ifade edip gösterebilecek kadar canlı hissetseydim.

Koltuğa yaklaşıp yanında durunca omzuna hafifçe vurup, "Böyle konuşup üzme beni şimdi," dedim. "Sıkıldıysan her şeyi bitirebiliriz. Evine dön, ben başımın çaresine bakarım."

Bana o kızgın bakışını göndererek, "Hayatta olmaz," dedi. "Her şeyi beraber yaptık, her şeye de beraber katlanacağız."

Kafasını tutup ona sarıldığımda kaba sarılmama gülerek beni itti. Saçını çekip arkamı döndüğüm gibi yukarıya çıktım, altımdaki şortu çıkarıp yüksek belli bir siyah pantolon giyindim ve askılımın üstüne kırmızı ceketimi alarak aşağıya indim. Gece tedirginlikle beni uğurladığında arabama atlayıp verdiğim adrese sürdüm. Şile'den oraya varması zaman almıştı, adrese geldiğimde bir siyah, film camlarla kaplı minibüsün dörtlülerini yaktığını gördüm. Arabamdan inip o siyah minibüse ilerlerken hiçbir korku hissetmiyordum. Minibüsün kapısı içeriden açıldığında geçen günkü korumalardan birisini görüp duraksadım, o da şüpheli şekilde elimden tutup minibüse binmeme yardımcı olurken, "Güya yakalanmıştın," dedi.

Deri koltuğa oturup elimi korumadan çektim, başımı çevirip karşımdaki koltukta oturan diğer iki siyah takım elbiseli adama baktım. İriyarı, geniş omuzlu, otuzlu yaşlarında iki adamdı. Birisinin yüzünde yara vardı, diğeri daha köse suratlıydı. İçerideki ciddiyet ve mertebenin gerginliğini hissetmeye başlayıp yanımdaki tanıdık korumaya döndüm. Beni soyma fikrini ortaya atan şu korumaydı. "Deren nerede?" diye sordum.

"Deren ile bize oyun oynadınız," dedi koruma, her şeyi kendi için aydınlığa kavuşturmuş görünüyordu. "Deren bize ihanet etti. Sen de ona yardımcı oluyordun. Bir anda ikinizi de kurtaracak bir plan yapıp bizi kandırdınız. Hiç aklıma gelmezdi Deren'in milletvekilini öldürmeyi deneyeceği. Acaba kaç para aldı bu görev için, zaten hayatı boyunca birilerini öldürmek için para alan bir ada..."

"Sana soran mı oldu,” diye bağırarak onun üstüne atladığımda, koruma iç güdüsüyle silahına davrandı ve silahı karnımda hissetmeme rağmen geri çekilmedim. "Deren hakkında geri ileri konuşma. En başından beri onu kıskandığını zaten sezmiştim, şimdi emin oldum."

Silahın işe yaramayacağını anlayınca karşıdaki koltuğa bir bakış attı. Darbeye hazırlıklı şekilde arkama dönüyordum ki saçlarımın diplerinde yanma hissettim ve bir saniye sonra kalçamın üstünde arabanın zeminine yapıştım. Dişlerimi sıkıp kalça kemiğime giren acıyla nefes verirken, beni fırlatmamış gibi sakinlikle yerine yerleşen korumaya bakıp, "Bana bir daha elini uzatmayı dene," dedim.

Az önce üzerine atladığım, arkamda kalan koruma sıkılarak, "Geç otur, rahat dur," derken, saçlarıma yapışan koruma tek kaşını kaldırarak bana baktı. Sonra da ayağa kalkıp önümde eğilirken elini kafama uzatmaya cüret etti. Eline doğru saldırıp bileğinden tuttum ve serçe parmağını öyle bir ısırdım ki, gözleri neredeyse yerinden fırlayacak oldu. Arkamdaki tanıdık koruma bunu gördüğü gibi uzanıp beni çekmeye çalışsa da adamın parmağını bırakmadım, acıdan inleme raddesine kadar ısırdım ve ağzıma kan tadı gelirken, "Sakinliğini korumazsan öleceksin," dedi koruma, arkamdan.

Kan tadından tiksindiğim için dişlerimi çekip geriledim ve koruma kollarımdan kavradığı gibi beni koltuğa kaldırınca, ağzımdaki kanı karşımdaki adama doğru tükürdüm. Koltuğuna geri otururken parmağına doğru bir bakış attı, ben de onunla birlikte bakınca kanın sızdığını görüp, "Çok kırılgansın," dedim. 

Yanında oturan koruma, parmağını ısırdığım o korumaya bakıp güldü ve sonra tekrar cama döndü. Gözlerimi devirip yanıma döndüm ve yolu izlerken, arabanın içinde başlayan sessizliğe tahammül etmekte zorlandım.

Yol bitip araba durunca korumalar bir anda indi ve her nasıl olduysa centilmenlik edip inmem için yolu gösterdiler. Dışarıya çıkınca çitlerle çevrilmiş alanda buldum. Lojmana benziyordu, uzun binanın etrafında dağılmış korumalar dikkatimi çekmişti. O tanıdık koruma kolumdan tutup beni çitin altından geçirdi ve binaya doğru yürürken, etrafa dağılan korumalar bize dikkat kesildi. Her şeyin yolunda olduğumu görünce de önlerine döndüler.

Demir, ağır ve geniş kapıya vurduklarında kapı üniformalı birisi tarafından açıldı. Korumalar benimle geniş kapıdan içeriye girdiklerinde önümde upuzun bir koridora gördüm. O kadar uzundu ki karanlıkta diğer ucunu göremiyordum. Yanımdaki korumalar eşliğinde koridorda yürürken, içerideki ciddiyet ve saygıyı hissedip beni tutan korumaya döndüm. "Deren burada mı?"

"Sessizce infaz edilmesi gereken herkesi buraya getiririz," dedi koruma ve bunu söylemekten zevk aldığını sesinden anladım.

Kolumu çekip hazırladığım yumruğu yüzüne geçirmek üzereyken diğer koruma ellerimi havada yakalayıp sırtımda birleştirdi. Bacağımı kullanıp dizine doğru bir tane tekme salladığımda enseme doğru sesli nefes alıp beni ileriye sürükledi. Koridor sonundaki asansöre bindiğimizde, bir diğeri ensemden tutup başımı öne doğru eğdi. Damarlarımdaki sıkışıklık yüzünden canım yanıyorken ayağımı adamın ayağının arkasından geçirdim ve asansörden inerken attığım çelme yüzünden takılıp yere düştü.

"Yeter!" Diye bağırdı sevmediğim o koruma ve beni geldiğimiz kattaki koridorum sonuna kadar süratle yürüttü. Bir kapının önüne gelince parmağını sensöre okuttu ve kapı açıldığında, beni bırakıp içeriye itti. Kendimi düşmek üzereyken içeride bulup dengemi topladım ve başımı kaldırınca yabancı bir sureti, siyah koltukta otururken gördüm. Genç oluşu ve sakinliği milletvekili olduğu konusunda beni şüphelendirse de arkamdaki korumaya tam yetkiyle çıkmasını söylediğinde, ta kendisi olduğunu anladım.

"Buyurun," dedi milletvekili tam karşıdaki koltuğu gösterirken. Ona bakıyorken gözümün kenarına bir gölge çarptı ve başım o tarafa döndü. Loş odada, yerde yatanın Deren olduğunu fark edince beynimden vurulmuşa döndüm. Onu ilk kez savunmasız görmenin inanmazlığıyla beraber etrafında, üstünde kan arayarak koştum ve yanında dizlerimin üzerine oturunca yüzünü tutup kafasını kendime çevirdim. Bilinçsizce yatıyordu.

Omzumun üzerinden milletvekiline döndüm. "Ona n'aptınız!"

"Çok vahşi ve güçlü. Arkadaşlar getirirken zorlanmışlar. Bu yüzden sakinleştirdiler." Huzursuz görünerek bana bir daha koltuğu gösterdi. "Deren uyanana kadar oturun."

Deren buradaydı, o yüzden yerde kalmayı tercih ederdim.

Tekrar Deren'e dönüp ellerimin arasında duran soğuk yüzünde bir hasar aradım. Sadece elmacık kemiğinin üstünde bir iz gördüm, elimi götürünce de oradaki derinin pürüzünü hissedip inledim. "Deren," diye fısıldadım nefesim dudağına çarparken. "Kendine gel, gidelim buradan."

Milletvekili ardımdan, "Kırk yıl düşünsem Deren'in bunu yapacağı aklıma gelmezdi," dedi hayal kırıklığıyla. "Neden yaptığını sen biliyor musun?"

"O yapmadı," diye inkârımı sürdürürken Deren'i sarsmak amacıyla hafifçe yanağına vurdum. Ona bir şey olmasını önlemek için çaresiz bir duygu filizlenmişti içimde. "Deren, canım kendine gel."

Dokundukça ve seslendikçe göz kapaklarının hareket ettiğini görüp dudağıma çarpan nefesini takip ettim. Hafifçe inleyip gözlerini açmaya başlayınca bir el göğüs kafesimi serbest bırakmış gibi rahatlayıp, "İyi misin?" diye sordum. Gözleri tamamen açılıp da benimle birleştiğinde bulanık ve odaksızdı. "Güzelim," dedi uyuşmuş sesle. "Sensin."

"Umarım ki benim," dedim gözlerini yakalayarak.

Gözlerini odaklarken, "Karmen," diye fısıldadı.

Bana diyormuş.

Boğaz temizleme sesi duyduğumda Deren'in gözleri kısıldı ve inleyerek yüzündeki elimi tuttu, ne olduğunun henüz farkına varmadan elimi boynuma doğru götürdü. "Burası ağrıyor."

Sakinleştirici iğneyi oradan yapmış olabilirlerdi.

Gözleri gözlerime doğru bakıyorken bir anda donup kaldı, ardından gözleri normal şekilde açılıp beni taradı. Ana döndüğünü ve yaşadıklarını hatırladığını anladığım sırada, "Burada ne işin var senin?" diyerek doğrulurken, kafasının dizimde olduğunu da gördü. Benimle aynı hizaya geldiğinde elim hâlâ boynundaydı. Omzumun üstünden ileriye bakıp milletvekiliyle göz göze gelince, "Ona zor kullandın mı?" diye bağırdı, o kadar yakınımdaydı ki kulağımda bomba patlamış gibi hissettim. "Kardeşim... Onu da mı getirdiniz? Zarar verdiniz mi ona?"

"Kafa karıştırıcısınız," dedi milletvekili, sesinden düşüncelerinin karmaşıklığı seziliyordu. "Bana her şeyi dürüstçe anlatmalısın Deren. Buradan ancak o zaman bir koruma olarak çıkabilirsin, aksi halde bir suçlu olarak çıkacaksın."

Deren gözlerini adamdan çekip bana çevirdi ve ellerini omuzlarıma koyup üzerime bakarken, "Bir şeyin var mı?" diye sordu hızlı hızlı. "N'apıyorsun burada! Neden buradasın!"

Kollarımı sarsıp endişeyle bağırmaya devam edince, kalp şeklindeki dudaklarından çıkan nefesi kendi dudaklarımda hissedip içindeki ateşe değmiş gibi hissettim. "Kendin için endişelen!" Diye bağırdım. "Seni ortadan kaldıracaklar, farkında mısın?"

Dişleri arasından nefes verip gözlerini gözlerime çıkarttığında hiçbir yerimden incinmediğimi anlayıp ayağa kalktı. Sakinleştirici yüzünden başının döndüğünü, adımın sendelemesinden anladım. Milletvekiline doğru yürüyüp karşısında durunca, "O buradan gidene kadar ağzımı açıp hiçbir şey anlatmıyorum," diye karşı çıktı, bağıra bağıra. "Hasta zaten o, şifozrenin teki! Olur olmadık yanlış şeyler anlatıp durur, derhal geri göndereceksin evine!"

Demek şizofrenim...

"Senin tutsak olduğunu duyunca bizzat kendisi gelmek istedi," dedi milletvekili, ses tonu artık sakin değildi. Kaşlarını kaldırmış öyle bakıyordu Deren'e. "Neyin oluyor senin? Onun isteğiyle mi yaptın bunu?"

Deren adamın söylediği ilk cümleden sonra süratle bana döndü ve bir anda onun kolları arasında sarsılıyordum. Hiddetle ve öfkeyle heni tutarken, "Manyak mısın?" diye bağırdı. "Niye geliyorsun! Niye!"

"Eee, yeter be!" Elimin içini göğsüne vurup onu sertçe ittim. Dokunduğum an sıcaklığını da, kalp atışlarını da hissetmiştim. "İstediğimi yaparım, sana soracak değilim! Sanki yerinde ben olsam sen gelmezdin!"

Dişlerini sıka sıka, "Ne gelecektim," diye homurdandı.

"Kesin gelmezdin!"

"Deren!" Milletvekilinin keskin bağrışını duyunca ikimiz de kafamızı çevirdik. Oturduğu koltuğun kenarlarını kavramış, sakinliğini tamamen kaybetmiş şekilde Deren'e bakıyordu. "Kız da burada kalacak, sen de! Beni vurmaya çalıştığını öğrendim ama neden olduğunu değil. Bana bir açıklama borçlusun. Sonra da savcılığa sevk edilmen için seni adliyeye gönderecekler..." bakışlarını çekerek boşluğa doğru dikti. "Kız da bu gece istihbarata teslim edilecek."

Hayır…

"Karmen hiçbir yere gitmiyor!" Dedi Deren, adeta kükreyerek. Kolumdaki elini bileğime doğru kaydırarak beni sıkıca tutarken, vücudunun bir kısmıyla da önüme geçti. "Ajan değil, sandığınız gibi bana yardım etmedi. O masum, tüm kabahat bende."

"Beni vurmaya teşebbüs ettikten sonra kelimelerinin hiçbir önemi kalmadı," diye karşılık verdi milletvekili, çenesini yukarıya dikerek. "Kız istihbarata teslim edildikten sonra masumsa ülkesine gönderilir. Senin durumunsa zaten meçhul."

"Hiçbir yere gitmiyorum!" Diye sesimi çıkardım, bağırarak. Deren'in omzunun üstünden korkusuzca adama bakıyordum. "Gönderebilirsen gönder!"

Milletvekili tek kaşını kaldırıp beni süzdü. Sanki bu zayıf, güçsüz görünen halimle ona bir şey yapabileceğim düşüncesini komik bulmuştu. Sayısız koruması ve onu koruyan polisler vardı, tabii ki kendisine güvenecekti. "Ülkene dönmen senin için bir şans sayılır. Aslında Deren'in de bunun farkında olması lazım ama galiba senden ayrılamıyor." Bakışlarını önümde dikilen adama çevirip düşünceli şekilde ekledi. "Kendin için değil de onun için mi korkuyorsun?"

"O masum ve ben suçluyum. Hepsi bu. Masum birine zarar veremezsin." Deren hiç durmadan, sesinin tonunu değiştirmeden konuşuyordu. "Karmen buradan sağ şekilde çıkıp evine varmadan hiçbir şey anlatmayacağım."

"Karmen buradan yalnızca ben istediğimde çıkacak ve sen ben istediğimde konuşacaksın!" Milletvekili koltuktan kalkarken kapıya dönüp, "Buraya bakın," diye seslendi. Aynı anda Deren'in tamamen önümde kalkan oluşunu hissettim ve kendisi yerine beni korumasından nefret ederek arkasından çıkmaya çalışırken, açılan kapıdan içeriye iki iri, takım elbiseli koruma girdi. Milletvekilinin beni göstermesiyle beraber buraya yürümeye başlayınca, Deren beni bileğimden tutmaya devam ederek geri geri yürüdü. Alev alev yanan gözleri milletvekilinin üzerindeydi, sanki bakarak onunla bir anlaşmaya varmaya çalışıyordu. "Birisi dahi Karmen'e yaklaşıp istemediğim şekilde onu incitirse, onları buradan sağ çıkarmayacağımı biliyorsun. Seni koruyacak bir tane adam bile bırakmam." Bir anda bileğimi bıraktı, önümden çekilerek yana geçti, bir noktada adamların bana ulaşmasını kolaylaştırdı. "Hadi, bekliyorum. Birisi yaklaşıp bir şey yapsın."

Duraksayan iki koruma da milletvekiline dönüp bakınca, adam Deren'in karşısına kadar ilerleyip fazlasıyla kıstığı gözleriyle kalbinden geçenleri okuyormuş gibi onu izledi. "Benim için bir iş daha yaparsan ve her şeyi olduğu gibi anlatırsan kızı serbest bırakırım."

Deren'in omuzları kasılsa da başını sertçe salladı. "Önce gidecek, sonra anlatacağım."

Deren'in şart koşmasından sonra korumalardan birisi bana doğru hareket edince, Deren'in bakışları hemen bu tarafa kaydı ve korumaya doğru kitlenip, "Kafanı kopartırım," dedi. 

Koruma sakince Deren'e, sonra da milletvekiline dönünce, "Burada çok fazla adam var, sağ çıkamazsın," dedi milletvekili. "Önce konuş, sonra kızı serbest bırakayım."

Deren'in peş peşe aldıkları soluğu duyup, aramızda iki adım mesafe olan korumalara yaklaşmaya başladığımda amacım onlara korkmadığımı göstermedi. Fakat Deren'in bakışları bana doğru kayıp kontrolsüzce öfkelenince, "Tamam lanet olasıca," dedi milletvekiline. "Tamam! Yoksa bu kız kendini öldürtecek!"

Milletvekiline ve ardından karşımdaki iki korumaya bakarken, "Korkuyor olsaydım burada olmazdım," dedim. Deren'in yanına yürürken de yanından geçtiğim korumayı elimin tersiyle itip, "Görüntüme aldanmayın," diye ekledim. "Kendimi korurum.”

Deren yandan yandan bana bakarken milletvekilini ansızın bir gülme aldı. Ellerini kumaş pantolonunun ceplerinde tutup göğsünü güldüğü sırada öne iterken, "Şüphesiz yaparsın," dedi, inanmayarak. Sonra da korumalara Deren'i işaret etti. "Alın, odaya götürün. Anlatmaya başlasın, dinleyelim."

Deren bu kez korumaların kendisine yürümesine karşı koymadı ama korumalar ellerini ona uzattığında istemsizce panikledim. Bu yüzden sırtımı göğsüne yaslayıp korumalarla onun arasına girerken, "Ben de geleceğim!" Diye bağırdım.

Deren başını arkamdan eğip kulağıma doğru çok sessizce, "Karmen!" Diye fısıldadı. Sesinde itiraz ve isyan vardı, bunu yapmamı istemiyordu. Nefesinin sıcaklığı saçlarıma dokunurken, omuzlarımdan tutup beni yana itmeye çalıştı. "Benimle gelemezsin efendim, gelemezsin! İki saat ne için dil döktüm ben!"

"Bir şeyleri göze alarak buraya geldim," dedim. "Sonuçlarına da katlanırım."

"Ben katlanamam!" Elimi ittiği gibi öne çıktı ve yanındaki korumalarla beraber kapıya ilerledi, çıkmadan önce de yanımda duran milletvekiline doğru bakma gereği duydu. "Korumaların bir metre bile yaklaşmayacak, söyleyeyim."

"Milletvekiline suikast düzenlemiş birisi için çok fazla konuşuyorsun."

"Neticede hayattasın ve o gece seni vuran ben değildim. Yani sana bir suikast düzenlemiş olmuyorum." Deren omzunu silkip yanında iki korumayla beraber odadan çıkış sağlayınca yumruklarımı iki yanımda sıkıp koridorda yankı yapan adımları dinledim. Milletvekili de ilerleyip odadan çıkarken kapıyı arkasından kapattı ve beni burada yalnız bıraktı. Dişlerimi birbirine bastırıp kendi etrafımda döndükten sonra gözlerimi kapatıp nefretle soludum.

Milletvekiline suikast düzenlediğini itiraf ettikten sonra buradan çıkması çok zordu.

Köşede duran koltuğa oturup ellerimi sertçe ovuşturmaya başladım. Tüm bunlar benim yüzümden olmuştu. Nil kaybolmamış olsaydı hayatına devam ediyor olurdu, hiçbir eksiği olmazdı. Ben hayatının her köşesine dokunmuştum, mahvetmiştim. Yine benim yüzümden boyun eğmek zorunda kalmıştı birilerine, yoksa asla milletvekiline sadakatsizlik yapmazdı.

Dakikaları cehennemde geçiriyormuş gibi hissetmemi sağlayan belirsizlik, her nefes alışımda tenime dokundu. Bir süreden sonra kulağımda bir ses çınlamaya başladı, yakınımdan geliyordu, ne olduğu anlaşılmıyordu. Tutsak olduğum odadaki kapıyı izleyerek yüzümü ovaladım ve kalkıp dolanmaya başladım, en sonunda Deren'in gelip gidebiliriz, demesini bekledim. 

Sinirle koşup koltuğu devirdim ve ellerimi terleyen, sıcaklamış yüzümde defalarca dolaştırıp sabırlı kalmayı denedim. Benim sebep olduklarım yüzümden bu binanın bir yerinde acı çekiyor olmasına katlanamıyordum. İçimdeki tek duygu suçluluk ve vicdan azabı da değildi üstelik. Buna ben sebep olmasam da o acı çekerken yine aynı şekilde kötü hissederdim.

Koşarak kapıya gittim, birkaç kez yumruk savurdum. "Buradan çıkmak istiyorum! Deren'in yanına gitmem gerekiyor!" İki elimle birden kapıya dakikalarca yumruk ve tekme attım ama fayda etmedi, kimse açmayı değil durdurmayı bile denemedi. Sanki beni kimsenin duymadığı bir yerden bağırıyormuş gibi hissedince delirdim, yüzümü kapının üstündeki yumruklarıma yaslayıp Deren'i düşündüm.

Her şey ortaya çıktığında beni asla affetmeyecekti.

Bana merhametle bakan gözlerinin ölümcül soğuklukla kaplanacağını düşündüm.

Bu kadar derine inmemem gerekiyordu, bu kadar derine inmesine izin vermemem gerekiyordu. Kahretsin, onun merhametine karşı koyup soğukkanlı kalmam gerekiyordu. Ama ben n'aptım? Çekip öptüm o adamı, göğsüne yaslanıp sarıldım, yatağında uyudum, ona gülümsedim... kurmamam gereken her yakınlığı kurdum. 

Hareket edemeyecek kadar şaşkındım kendime.

Kapının sesini duyduğumu idrak edince milletvekilinin girdiğini gördüm. Hemen önünde dikilen bana doğru bakıp, "Artık gidebilirsin," dedi. Üstündeki ceketi ve kravatı çıkarmıştı, alnı terli görünüyordu. "Seni aldıkları yere bırakacaklar."

Koridora bakıp herhangi bir ses duymayı beklerken, "Gitmeyeceğim," dedim. "Deren'i göreceğim."

"Böyle söyleyeceğini biliyordu, seni görmek istemeyeceğini söyledi." Kafasını koridora çıkartıp küçük bir el hareketi yapınca iki koruma bize doğru yaklaştı. "Hanımefendiyi aldığınız adrese bırakın."

"Gitmiyorum diyorum! Anlamıyor musun?"

"Kiminle konuştuğunu unutuyorsun," dedi milletvekili ve korumalar iki kolumdan da tutup beni koridora çıkartınca, ayaklarımı yere sertçe bastırıp ilerlememek için vücudumu geriye ittim. "Zorluk çıkarıp yıpranma. Deren savcılığa sevk edilecek, burada onunla kalamazsın!"

"Onu serbest bırakacaksın," diye bağırmaya başlayıp ayağımı kaldırdım, düşünmeden arkaya doğru savurdum ve korumalardan bir tanesinin bacağına denk gelince beni tutuşu sendeledi. "Beni Deren'in yanına götür, onunla konuşmalıyım."

"Derenle anlaşmaya vardık, seni bırakacağıma söz verdim." Alnından akan teri elinin tersiyle silip sıkıntıyla ofladı. "Tutsak kalmaya devam etmek isteyeni de ilk kez görüyorum, hayret bir şey!"

"Buradan çıkmayacağım, bana zor kullanamazsınız!" Kendimi tüm gücümle o iki adamdan savurup uzaklaştırmaya çalışırken kollarımı, ayaklarımı sallamaya başladım. Darbelerim yüzlerine, karınlarına, bacaklarına denk gelince bir tanesi beni karnımdan yakalayıp kaldırdı, kucaklayıp götürmeye çalıştı. Yana dönüp sertçe kolunu ısırdığımdaysa kolları güçsüz kaldı ve bir anda yere kapaklandım, dizlerim üstüne düşüp acıyı hiç umursamadan kalkarken, "Lanet olsun, tamam," dedi milletvekili. Korumaya koridorun sonunu işaret etti. "Deren'in yanına götürün, görüp çıksın."

Koruma kolumdan tuttu ve beni diğer yöne doğru adeta sürüklemeye başladı. Bu kez Deren'in yanına gideceğim için karşı çıkmadım, beni çekiştirmesi bile umurumda olmadı. Upuzun koridorun sonunda, sağ cephede bulunan ağır, demir kapının önünde durduğumuzda kalbim göğüs kafesimde bir canavar edasıyla gerindi. Koruma sensöre parmağını dokundurunca kapı bizi içeriye davet edercesine yana doğru açıldı, gözlerim de sabırsızca bu soğuk, loş odayı taradı.

İçeride üstünde yatak olan demir ayaklı tek kişilikli bir ranza gördüm. Deren sırtı dönük şekilde yatağın üstünde oturuyordu. Kapı arkamdan kapanırken çok ses çıkarttı, buna rağmen Deren'in arkasına dönmemesi beni huzursuzlandı. İlerleyip yatağın önüne geçince omuzlarının kasıldığını gördüm, beni kadrajına giren ayaklarımdan tanımıştı. Elinde, üstünden çıkarttığı tişörtünü tutuyor ve burnuna doğru bastırıyordu. Çünkü burnu yoğun şekilde kanıyordu. Gözlerini kaldırıp bana sertçe bakarken, "Sen laftan hiç mi anlamazsın?" dedi tehlikeli bir sesle. Sol göz kapağındaki şişliği görünce kalbim bir tümseğe takılmış gibi geldi kendime. Şişik yüzünden gözü çok kısık bakıyordu. "Bu lanet yere gelmen yetmiyormuş gibi gitmekte bilmiyorsun! Gitsene!"

Söyledikleri yüzünden değil de yüzündeki yaralar yüzünden kızgın hissederek daha da yaklaştım. Vücudum aralık duran bacaklarının arasına girince elindeki tişörtü çekip aldım. Deren asabiyetle beni izlerken burnuna yakından bakıp, "Ne zamandır kanıyor?" diye sordum. Kan avucumda tuttuğum tişörte ince bir ip görünümünde sızıyordu.

"Saydım mı sence?"

Tişörtü sertçe burnuna bastırdığımda inlemesini zor yuttu ve gözleri aniden kapandı. Bir elimi ensesine dolayıp terlemiş saçlarına dokunurken, "Tersin de ayrı pis," diye tısladı.

Tişörtün baskısını hafiflettim ve eğilip şiş göz kapağına yakından baktım. Birazdan morarmaya başlardı, şişlik büyüyordu. "Başka nerem pis?"

"Yüzün. Çok çirkin. O kadar çirkin ki karşıma geçince nasıl bu kadar çirkin olabilir diye izlemek istiyorum." Yalan söylerken de gözlerime bu kadar gerçekçi bakması... onu bende biraz daha tarifsiz bir adam yaptı.

Başımı kaldırıp odanın kapısına doğru, "Buraya bakın," diye seslendim bağırarak. Deren kaşlarını kaldırıp anlamaya çalışırken, dışarıdan bir karşılık gelmediği için kapıya yürüyüp yumruğumu savurdum. "Biraz buza ihtiyacım var! Derhal! Buz ve ağrı kesici!" Tekmemi kaldırıp yumruğumdan daha güçlü olacağı için kapıya süratle vurdum. "Buz ve ağrı kesici gelmezse dakikalarca çığlık atarım!"

"Buz falan istemiyorum Karmen! Onlara muhtaç değilim! Daha fazla delirtme de beni şuraya gel!"

Onu duymamış gibi elimdeki kanlı tişörtü sıkıp bir daha kapıyı tekmeledim. "Buz istiyorum! Hemen! Buz ile ağrı kesici!"

"Karmen!"

"Kes sesini Deren!"

Kapıya tekrar peş peşe tekme savurdum ama hiçbir geri dönüş alamadım. Kimse kapıya yaklaşmadı bile. Küfredip arkama döndüm ve Deren bana bakarak kafasını iki yana sallarken, "Buraya gel," dedi, kan ağzına doğru sızarken.

Tekrar aralık duran bacakları arasına girip tişörtün daha temiz tarafını burnunun altına bastırıp kanı sildim. Elini kaldırıp belime koyunca duraksadım ve istemsizce eline baktım, iri elinin bel boşluğumu kavrayışı çok baskın ve kollayıcıydı. Baş parmağı karnıma değiyordu, nefesimi ciğerimde sıkıştırmıştı. Tekrar önüme dönerken o parmağını karnıma doğru bastırıp sırtımın dikleşmesini sağladı.

"Sakinleştirici yaptılar, birazdan etkisini gösterecektir," dedi, gözlerini yukarıya kaldırıp yüzüme bakarken. "Seni de buradan çıkaracaklar..."

Cümlesi bitmeden sıralamaya başladım. "Sen ne anlamaz bir adamsın! Gitmeyeceğim Deren, seni burada yalnız bırakmayacağım."

Ağzını açmış bana konuşacakken duraksadı, dudakları ayrık kaldı. Kan rengiyle kırmızı olmuştu dudakları, şişmişti de. "Gidip Utku'ya iyi olduğumu söylemelisin, emniyetten bir arama gelirse benim yerime sen gitmelisin..." tişört burnunun üstünde olduğu için sesi boğuk çıkıyordu. "İkimiz de burada olmamalıyız. Utku ile Nil'in ikimizden birisine ihtiyacı olacak."

Deren, Utku, Nil... ve ben.

Sözlerin geldiği yer burası olmuştu.

"Hayır," diye karşı çıktım. "Buradan beraber ayrılacağız."

Sinirden dudakları titremeye başladı ve elim yüzümdeyken, dudakları kolumun içine değdi. O dudakları aşmam gerektiğini hatırlamakla kalmadım, o dudakları, başımda bin tane derdim yokmuşçasına düşündüm. "Ben buradan ayrılmanın bir yolunu bulacağım Karmen! O zamana kadar Utku ile kızımın sana ihtiyacı olacak. Mantıklı düşün, mantıklı..." belimi kuvvetle sıkıp öne doğru eğildi, gözlerime ihtiyatla bakarken sertçe yutkundu. "Zaten bana karşı ancak mantıklı düşünebilirsin değil mi? Mevzu bahis benken niye duygusal düşünesin..."

Böyle söylüyorsa bir şey duymak istediğindendir. "Ne duymak istiyorsun?" dedim, tişörtü kenara bırakıp ağzının ve burnunun etrafına bulaşan kanı parmaklarımla silerken.

"Lütfen eve git, kardeşimi oyala, Nil'den haber gelirse benim yerime gidip ilgilen..."

"Deren..."

"Lütfen," diyerek tuttuğu vücudumu kendisini çekti, beni dizine oturtunca kalçamın altındaki ısı yüzünden göz kapaklarım aşağıya düştü. Deren elinin diğerini ensemden geçirerek dudaklarını dudaklarıma sürterken, "Dediğimi yap," dedi ama sesi birkaç saniye önce olduğu kadar duygusuz değildi, derin ve genizdendi. Dudakları dudaklarıma değdiği an ikimiz birden inledik ve ellerim sert, geniş göğsüne dokunurken, Deren kafamın arkasından bastırıp beni sertçe öpmeye başladı. 

İlkinde olduğu gibi önüne geldiği için öpmüyor, çekip alırcasına öpüyor. Bir bahaneye ihtiyacı olmadan, açık açık göstererek dudaklarını dudaklarımda dolaştırıyor. Üstelik bir yandan beni okşuyor, çünkü beni ne kadar istediğini saklamanın gereği de faydasız da olmadığını biliyor. Dudaklarımı öyle bir öpüyor ki, bacaklarının arasından eriyip yere doğru kaydığımı hissediyordum. Aylardır acıdan ve öfkeden uyuşan ellerim bu kez onun tenindeki çekimde canlanıyor, bir elektriğin suyun içinde cızırdaması gibi ateş çıkarıyor. Cehennemle çevrili hayatımda sadece birkaç dakikalığına cennete kadar gidiyorum, hüzün ve acı ruhumu hatırlayıp bana geri dönene kadar dillerimizi birbirine değdirip inleyerek öpüşüyoruz. O sırada Deren dudağıma karşı dört sayı fısıldıyor, kendinden geçmeye başladığı için sayıkladığını düşünüyorum. 1812.

Ve sonra sakinleştiricinin etkisiyle yavaşlayıp kendinden geçtiğinde, söz verdiğim gibi, "Nil bir daha yaramazlık yapmayacakmış," diye fısıldıyorum.

BÖLÜM SONU.